
Mustafa Kobl
24.01.2025
Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’ndeki tanıma göre, soykırım suçu, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel olmak üzere dört grup aleyhine işlenebilecek bir suçtur. Bu dört gruptan herhangi birini kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen şu beş fiil soykırım suçunu oluşturur:
1) Gruba mensup olanların öldürülmesi suretiyle soykırım suçu
2) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi suretiyle soykırım suçu
3) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek suretiyle soykırım suçu
4) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak suretiyle soykırım suçu
5) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek suretiyle soykırım suçu
Çerkes Soykırımı konusunda kapsamlı araştırmalar yapan Prof. Dr. Walter Richmond, Çerkes Soykırımı isimli kitabında uluslararası hukuka göre soykırımı oluşturan her bir soykırım eyleminin Ruslar tarafından, Çerkes ulusunu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla gerçekleştirildiğini ifade etmektedir.
Soykırım gibi bir insanlık suçuna karşı adaletin tesis edilebilmesi için mevcut uluslararası sistem içerisinde izlenebilecek iki yol bulunmaktadır. Bu yollardan biri soykırım suçunun faillerinin tespit edilerek Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından bizzat sorgulanarak yargılanmalarıdır. Mevcut düzenlemeler uyarınca Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından soykırım suçunun yargılaması failin yokluğunda gerçekleştirilememektedir. Yani soykırım suçunda yargılamanın gerçekleşebilmesi için faillerin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde hazır bulunmaları gerekmektedir. 160 yıl önce gerçekleştirilen Çerkes Soykırımı’nın tüm faillerinin hayatlarını kaybetmeleri nedeniyle hukuki yargılama imkanı bulunmamaktadır. Ancak gelecekte yasal düzenlemeleri değiştirmek ve geçmişte suçu sabit bulunan kişilerin de soykırım suçunu işlediklerini tarihe not düşmek açısından yargılamaların yapılabilmesi uygun olabilir.
Soykırım suçuna karşı adaletin tesis edilebilmesinin ikinci yolu ise Ulusal ve bölgesel parlamentoların siyasi bir karar alarak soykırım suçunun işlendiğini resmi anlamda tanımalarıdır. Parlamentoların soykırım eyleminin işlendiğine dair kararı sadece bir tanımadan ibaret değildir. Bu tanınma hukuki bir yaptırım özelliği taşımasa da soykırım suçunun mağdurlarının ve bunların çocuklarının, torunlarının yaşam hakkı ile birlikte çeşitli haklarının gasp edildiğini teyit etmek açısından ve mağduriyetlerin giderilmesinde dayanışma göstermek açısından oldukça önemli kararlardır.
Soykırım meselesinin siyasi olarak tanınması konusunu değerlendirirken uluslararası ilişkilerin veya diplomasinin doğasını doğru anlamak gerekmektedir. Uluslararası ilişkiler karşılıklılık esasına ve ulusal çıkarlara dayalı olarak yürütülür. En güçlü ülke için de en zayıf toplum için de bu kural değişmezdir. Ancak devletler kimi zaman denge kurmak veya prestij elde etmek için de bazı girişimleri hayata geçirirler. Bu gerçekleri görmezden gelerek romantik söylemlerle dünya devletlerinin bizim sorunlarımıza ilgi duymalarını, destek vermelerini beklemek hayalperestlikten başka birşey değildir. Hiçbir devlet sırf iyilik olsun diye, sırf hak yerini bulsun diye hareket etmez. Diplomasi hayır-hasenat işleri değildir. Bir devlet farklı bir devlet ya da toplum için bir girişimde bulunuyorsa bunun mutlaka kendince haklı sebepleri olmak zorundadır.
Bu açıklamalardan sonra Ukrayna’nın ve Gürcistan’ın Çerkes Soykrımı’nı tanımaları meselesini “siyasi olarak alınmış kararlardır, değersizdir” gibi özetlenebilecek şekilde eleştirilmesi gerçeklikten kopuk bir durumun ifadesidir. Elbette siyasi bir karardır, elbette farklı amaçlar içeren bir karardır, elbette kendi menfaatlerini gözeten bir karardır. Ancak bu tanınmalar son derece değerlidir ve önemi zaman içinde daha iyi anlaşılacaktır.
Rusya’nın 2008 yılında Gürcistan ile savaşmasının ardından Gürcistan kamuoyu Rus tehditine karşı duyarlı bir hale geldi ve farklı amaçlarla da olsa Çerkes Soykırımı’nı tanıyan ilk ülke oldu. Rus-Gürcü çatışmasının bir sonucu olarak bağımsız bir devletin parlamentosunda ilk defa Çerkes Soykırımı tanınmış oldu. Bu, Çerkesler açısından siyasal bir kazanımdır, önemlidir. Benzer şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlatmış olduğu işgal savaşı, Ukrayna’nın Rusya mağduru halklara karşı daha duyarlı hale gelmesine yol açmıştır. Bunun bir sonucu olarak önce Çeçen, İnguş, Tatar gibi halkların soykırımları ile birlikte 2025 yılı başında da Çerkes Soykırımı Ukrayna Parlamentosu tarafından resmi olarak tanınmıştır.
Ukrayna’nın Çerkes Soykırımı’nı tanıma kararı Çerkes halkının gasp edilen haklarının ve mağduriyetinin resmi olarak tanınmasının yanı sıra diğer devletlere ve uluslararası örgütlere anlatılmasını da içermektedir. Karar metni aynı zamanda Çerkeslerin kendi kaderini tayin etme hakkını tanımakta ve Çerkeslerin anavatanları Çerkesya’ya dönmeye hakları olduğunu teyit etmektedir. Bu bakımdan 160 yıllık diaspora hayatında ilk defa bu kadar geniş kapsamlı olarak Çerkeslerin siyasal ve demokratik hakları, bağımsız bir devlet parlamentosu tarafından resmen tanınmaktadır.
Rusya, 1763’ten hatta 1711’den itibaren aralıksız şekilde Çerkes ulusunu hem cinayetle hem de sosyo-ekonomik baskılarla yok etmeye çalışmaktadır. Bu gerçeği göremeyen bazı çevreler Rusya ile iyi geçinerek kazanım elde edebileceğine inanmaktadır. Rusya’nın bu kişileri yanlarına çekmek için çeşitli kazanımlar sağladığı bilinen bir gerçektir. Ancak bu kazanımlar bireysel düzeyde gerçekleşmekte ve ulusal anlamda Çerkeslerin varlığını yaşatmalarına yönelik bir kazanım elde edilememektedir.
Mevcut Rusya Federasyonu, Çerkes toplumunun anavatana dönüş hakkını tanımamaktadır. Anavatana dönüş için oldukça ağır şartlar içeren oturum ve vatandaşlık süreçleri işletilmektedir. Uzun mücadelelerin ardından vatandaşlık hakkı kazananların da herhangi bir siyasal hak talebinde bulunmaları, herhangi bir olumsuzluğa itiraz etmeleri söz konusu olamamaktadır. Buna karşın Rusya, Ukrayna savaşı nedeniyle bölgeden tahliye edilmesi gereken yüzlerce Rus ve Ukraynalıyı Çerkesya topraklarına iskan etmeye devam etmektedir. Azerbaycan’ın Karabağ’ı geri almasının ardından Karabağ’dan ayrılan binlerce Ermeni yine Çerkesya topraklarına yerleştirilmiştir. Filistin’den kaçan insanlar da Çerkesya’ya ve Kafkasya’ya yerleştirilmektedir. Üstelik Moskova’da kolayca alınan bu iskan kararları Çerkesya’daki üç Çerkes cumhuriyetinin bütçeleri ile finanse edilmektedir. Dolayısıyla anavatana yıllık ortalama olarak 15-20 Çerkesin dönüş yapabilmesi ile zaman içinde sayısal avantaj elde edilebileceği fikrinin herhangi bir realitesi bulunmamaktadır. Herhangi bir Çerkes anavatana turist olarak bile gitmek için vize almak zorunda iken evrakları eksik ve şartları yeterli olmayan çok sayıda farklı etnik grup kolayca Çerkesya’ya yerleştirilmektedir.
Rusya ayrıca çeşitli bahanaleri kullanarak mevcut üç cumhuriyetin yetkilerini her geçen gün kısmakta, Çerkes kimliğinin korunmasını daha zor hale getirmekte ve yoğun bir ruslaştırma politikası izlemektedir.
Tüm bu gerçekleri görmezden gelerek Rusya ile dayanışma içinde olmak gerektiğini, Rusya’ya itaat ederek varlığımızı koruyabileceğimizi iddia edenler büyük bir yanılgı içindedir. Özellikle anavatanda yaşayan Rus yanlıları, hiçbir siyasal hak talebinde bulunamayan ve hiçbir itirazı dile getiremeyen adeta birer tutsak olduklarının farkında bile değiller.
Daha da acı olanı ise diasporada yaşadığı halde, farklı bir ülkenin vatandaşı olduğu halde kendilerini Rus yasalarına tabi görenler ve Rus çıkarlarına aykırı olarak düşündükleri herhangi bir eylemden ya da söylemden kaçınmak zorunda hissedenlerin durumlarıdır. Bu kişilerin zihin dünyası öyle bir etki altına alınmıştır ki Rusya karşıtı herşeyi eleştirmek ve Rusya’yı her koşulda temize çekmek zorunda hissederler. Bu nedenle kendi atalarına dahi ağza alınmayacak sözleri söylemekten geri durmazlar.
Bu kişilerin Rusya’nın çıkarlarına aykırı olarak herhangi bir ülkenin yapacağı girişimi beğenmeleri, takdir etmeleri, teşekkür etmeleri zaten beklenemez. Bu kişilerin her türlü müphem veya taraflı ama tümüyle temelsiz argümanları ileri sürerek siyasal kazanımları ve siyasal mücadeleleri değersizleştirmeye çalışmaları gayet anlaşılabilir bir durumdur. Ukrayna Parlamentosu’nun, Çerkes Soykırımı’nı kabul ettiği tarih olan 09 Ocak 2025’ten bu yana çeşitli STK’lar, düşünürler veya yazarlar çeşitli açıklamalarda bulunarak bu kararı değersizleştirmeye çalıştılar. Ne kadar saçma ve temelsiz argümanları dile getirdiklerine, öneri olarak da aslında hiçbir sonuç vermeyecek yöntemleri zikrettiklerine tanık olduk.
Kimisi “Soykırım Saplantısı” başlıklı karmakarışık bir yazı kaleme alırken kimisi de parlamentoda değil sokakta; devletlere değil halklara, soykırımı anlatmak gerektiğini savundu. Rus bayrağıyla etkinlikler düzenleyen bir STK’nın da arasında bulunduğu bazı STK’lar da kararın önemli olduğunu ama Rusya-Ukrayna çatışması dolayısıyla politik hesaplara dayalı bir karar olduğunu, tüm insanlıktan insan haklarına dayalı bir duruş beklediklerini ifade etmişlerdir.
“Biz Çerkes değiliz, Kabardeyiz” diyebilecek kadar şuursuz olan biri tarafından idare edilen ve tümüyle Rusya’nın kontrolü ve baskısı altındaki Dünya Çerkes Birliği’nin açıklaması ise mum diken bir açıklamadır. Hangi uluslararası ilişkiler ya da uluslararası hukuk uzmanına okutsanız gülüp geçeceği kadar gerçeklikten kopuk açıklamalar.
Bu kişilerin anlamak istemedikleri bir gerçek de şudur: Çerkeslerin, Rus karşıtı olmaları için Amerika’nın ya da batılı devletlerin tazyikine ihtiyaçları bulunmamaktadır. Biraz Çerkes tarihi okuyan ve bugünü Rus perspektifi ile değil de Çerkeslerin hak ve menfaatleri boyutunda değerlendiren herhangi bir Çerkesin, Rus karşıtı olmaması mümkün değildir. Fakat bu insanlar Abhaz’ın, Çeçen’in, Ermeni’nin, Filistinli’nin ve hatta Rus’un milliyetçi tavrını anlayışla ve destekle karşılarlar ama Çerkeslerin milliyetçi bir tavır ortaya koyması gerektiği anda bu kişilerin ayarları bozulur, canları sıkılır, uykuları kaçar.
Oysa birlikte hareket ettikleri kişiler veya STK’lar her yıl 21 Mayıs’ta Türkiye’nin farklı şehirlerinden yüzlerce, belki de binlerce Çerkesin, soykırım anması için Kefken’e gitmesi için organizasyonlar düzenlemektedir. Kefken’de meşale yakmak, ağıtlar söylemek, sürgün nöbeti tutmak, denize çiçekler atmak gibi tümüyle Rusya’yı rahatsız etmekten uzak folklorik, romantik ya da sempatik eylemlerle gerçeklerin layık olduğu gibi konuşulmasının önüne geçilmektedir. Soykırım denizlerdeki balıklara anlatılmaktadır. Esas sorumlu olan Rusya’nın temsilcilikleri önünde buluşarak soykırımcıya, soykırımcı olduğunu hatırlatmak istenmemektedir.
Biz 260 yıldan daha uzun geçmişe sahip olan özgürlük mücadelesini, yaşam hakkımızı, ve gerçeği savunuyoruz. Onlar ise Rusya’nın ezberlettiği, planlı propaganda mahsülü argümanları, yalanları tekrar ediyorlar. Bu nedenle gerçeklikle karşılaşınca söyleyeceklerini şaşırıyorlar, unutuyorlar ve zihinleri karmakarışık hale geliyor.
Sözün kısası; uluslararası ilişkileri anlamayan, adaletin tesis edilebilmesi için elimizdeki tek yolun işletilmesi için herhangi bir çabası bulunmayan, çaba harcayanları ve siyasal kazanımları eleştiren kişilerin sözlerini dikkate almamalıyız.
Bize düşen görev; Rusya’nın bizi ve haklarımızı asla tanımayacağı gerçeği ile yüzleşerek uluslararası kuruluşlar, ulusal, federal, yerel meclisleri de dahil olmak üzere her bir halk temsilcisi organın Çerkes Soykırımı’nı resmi olarak tanımasını sağlamak üzere temaslar kurmak ve uluslararası toplum ile ciddiyet içerisinde ve Çerkes ulusunun menfaatlerini merkeze alarak dayanışma içinde olmaya çalışmaktır.
Comments